“Bâb-ı Âli”, öz-Türkçesiyle Yüceler Kapısı, insanoğlunun arkaik döneminden günümüze, tarihin içinden fakat ona aşkın olarak, insan ruhunun asli vatanının giriş kapısını remiz eden bir metafor kılığında her daim davetkar duruşunu korumaktadır.

Bilinmeyen bir duruma açılan ve bir başka duruma kapısını kapatan ‘kapı’, insanın psişik duygu durumundan meydana gelen ve kişiyi bir daha asla eskisi gibi olamayacağı yeni bir farkındalığa götüren bir dönüşüm aracı olarak karşımızda durmaktadır. Mısırlılar şafağın alacakaranlığını iki dünya arasındaki kapı olarak tasvir etmiştir; yaşamdan ölüme, bilinenden bilinmeze geçiş imkanı veren bir berzah olarak.

Semavi (İbrahimî) dinlerde ise Yüceler Kapısı ya da Bâb-ı Âli kendini her dinin aşkınlık ve hakikat sembolizmi üzerinden inşa etmiştir. Yahudilikte Tora’yı saklayan sandığın kapısı, Eski Ahit, dolayısıyla Hıristiyan literatüründe Yeruşalim’e (Kudüs) açılan ve Rahmet Kapısı olarak da geçen ”Altın Kapı” (Ar. Bâb a-Zahabi), İslamiyet’te ise ilmin şehrine açılan kapıdır ”Bâb-ı Âli”.

“Bâb” veya kapı, sanatı ve sanatçının durumunu remiz etmesi yönünden de dikkate değerdir. Sanat edimi, sanatı doğuran kişinin varoluş durumunun bir zorunluluğu olarak icra edilmektedir. Daha kesin bir ifade kullanmamız gerekirse sanatçı, varoluşu başka türlüsüne izin vermediğinden sanatı kendisinden doğurandır. İşte bu doğum, sanatın öznesi olan sanatçıyı bir daha asla eskisi gibi olamayacağı bir varoluş gerçekliğine sevk eden bir kapı mahiyetini taşır. Yeni olan ile eskiyi ayıran bu ara durum formu, sanatçının alacakaranlık dünyasından nesnel dünyaya sızan bir bilgi akışı sağlamıştır. Soyut somutla buluşmuş, hayal gerçek olmuştur.

Işıl Gönen’in, resimlerindeki simgesel dili kuvvetlendiren deneysel malzeme kullanımını bu sergide de görmek mümkün. Sanatçı, tarihi yüzyıllar öncesine dayanan bir sarnıç olan galeri mekanının iç odalarında, Bâb-ı Âli yolculuğunun, teknik ve alt başlıklar olarak farklı serileriyle bizleri buluşturacak.